SAMET ZENGİNOĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler A. B. D.
Dış politika alanındaki bu ilgisizlik doğrudan medyaya yansıdığı için kamuoyunun da Kafkasya–Orta Asya coğrafyasına ilgisiz kaldığı görülmektedir.
Örneğin, Dağlık Karabağ’da vuku bulan bir çatışma, François Hollande’ın yasak aşk hikâyesi kadar dikkat çekmemektedir.
Örneğin, Nazarbayev’in Türkiye hakkındaki görüşleri Merkel’in Türkiye hakkında sarf ettiği sözler kadar gündemde yer almamaktadır.
Örneğin, Putin’e yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü hakkındaki öneri, farklı bir boyutta Atambayev’e yapılamamaktadır.
Örneğin, bir kamuoyu yoklamasında Aşkabat’ın hangi ülkenin başkenti olduğuna dair bir soruya aldığınız cevapların doğruluk oranı, aynı soru bazında söz konusu Paris olduğunda çok düşük olacaktır.
Örneğin 26 Şubat 2014 tarihinde Hocalı’nın medyada ne ölçüde yer alacağı bir merak konusudur.
21. yüzyılın ilk çeyreği, Türkiye–Kafkasya–Orta Asya ilişkileri açısından son kritik dönemeçtir demek yanlış olmayacaktır. Bundan önceki kritik dönemeç 1990’larda yaşanmış ve o dönemde Türkiye bölgeye yönelik, bölgenin beklentileri ile örtüşecek politikalar geliştirememiştir. Zamanlama açısından Soğuk Savaş’ın beklenmeyen sona erişi, hazırlıksız ve derinlikten yoksun politikaların ortaya konulması nedeniyle bölgede Türkiye’ye yönelik olumsuz bir algının oluşmasına neden olmuştur. Lakin daha sonra geliştirilen ikili ve bölgesel ilişkiler ve işbirliği çalışmaları bu algının dönemsel olduğunu göstermiştir.
Şu anda yine bir kritik dönemeçle ve yeni risklerle karşı karşıyayız. Öyle ki; Avrupa, “kültürel” ilişkiler açısından değerlendiriliyorken, Kafkasya–Orta Asya bölgesi enerji kaynaklarına dayanan sadece “ekonomik” ilişkiler açısından değerlendiriliyor. Bu tür değerlendirmeler, orta ve uzun vadede Türk dış politikası açısından onulmaz yaralara sebep olacaktır. Bu gerçekle şimdiden yüzleşmek gerekmektedir. Algı açısından Amerika ya da Almanya “yakın” ve fakat Kazakistan “uzak” ise bu gerçek daha da acılaşacaktır.
Bu noktada, bizlere üç büyük görev düşmektedir. Birincisi, Kafkasya–Orta Asya her zaman gündem konularımızdan birisini teşkil etmelidir. İkincisi, Türk dış politikası açısından bölge Batı karşısında “alternatif” olarak telakki edilmemelidir. Üçüncüsü ise, bölgenin tarihimiz, kültürümüz ve dilimiz kadar bize yakın olduğu unutulmamalıdır. Aksi takdirde yukarıda kısaca zikredilen risklerle karşı karşıya gelmek sürpriz olmamalıdır/olmayacaktır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde düştüğü hataları tekrarlama lüksü yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder